Sarımsaklı
Kahvaltıdan hemen sonra gecikmeden plaja iniyoruz. Akşam saatlerine kadar denizin tadını çıkarttık. Sonra da o romantizmin sembollerinden olmuş gün batışının bile ticarethane mantığı ile seyredildiği meşhur “Şeytan Sofrası”na gidiyoruz. Manzara gerçekten çok güzel ama haftaiçi olmasına rağmen çok kalabalık. İstanbul’un biricik Çamlıca Tepesi’ne benzettim ben; gerek araç çokluğu, gerek de mekan benzerliği bakımından.Bu tepe eski bir lav birikintisiymiş. Adını da demir bir kafes le çerçevelenmiş, şeytana ait olduğu söylenen büyükçe bir ayak izinden alıyor. Etrafının çevrilmesi sanıyorum merak ile bu ize bakan insanların dengelerini kaybedip uçurumdan yuvarlanmalarını engellemek amaçlı.
Burada “aç karnına” meşrubatımızı içip fotoğraf çektikten ve günü gece ettikten sonra Cunda, nam-ı diğer Alibey, Adası’na balık yemeye gittik. Yolda giderken de Ayvalık’ın içinden, daha doğrusu kıyısından geçerek orayı da hafiften görmüş olduk. Merkezi nasıldır bilemiyorum tabii. Cunda’ya “Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü” olarak nitelenen köprüden geçerek ulaştık. Böylesi bir köprü ile adaya ulaşmak aslında sanki bir adaya varmış olmaktan çok körfez dolaşıyormuş hissi verdi bana.
Oldukça turistik! Gece piyasası, ışıl ışıl parlayan incik-boncuk tezgahları ve balık restoranları arasında akıyor. Cunda’ya gitmişken belki şu turlar sırasında görülen eski Rum evlerinden de görürüz diyorduk ama pek öyle olmadı. Yunan müziği çalan bir restoranı tercih ettik.